Bir önceki yazımda siyaseti, kavramlar, ilkeler ve değerler üzerinden tartışmayı toplum olarak bıraktığımızdan bahsetmiştim.
Aynı durumdan maalesef “ana muhalefet” olarak karşılık bulan CHP’nin de nasibini aldığı, “kaybedilen seçimlerden de öte” halkın bugünü ve geleceği ile ilgili umutsuzluğuna ve alternatifsizliğine yaptığımız katkı(!) açısından da değerlendirilmelidir.
Çok uzun süredir CHP’nin kendi tarihsel ve ideolojik yapısıyla çelişen ve hatta “AKP ve Türevlerinin siyaset benzerini uygulayarak iktidar olma” diye tarif edilebilecek siyasal stratejinin, hem CHP’nin hem de ülkenin siyasal geleceğini tıkayan adına da sağcılaşma diyebileceğimiz bir tıkaç vazifesi gördüğünü kabul etmek gerekir.
Bu durumun sorumlusu olarak, özellikle sol ve sosyal demokrat bir partide, suçluyu kişilere indirgemek kolaycılıktan ve asıl sorunu göz ardı etmekten başka bir işe yaramayacaktır.
Çünkü partinin bir önceki genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu başlangıçta “Sakin Güç-Devrimci Kemal-Gandi Kemal” olarak tanımlayanların süreç içerisinde “Masaya Yumruğunu Vuramayan- Liderlik Vasfı Olmayan” şeklinde eleştirilmesi bile üzerine biraz düşünüldüğünde CHP’nin savrulduğu her şeyin liderden beklendiği sağ siyaset düzlemi için fikir verebilir.
Partinin ideolojisi ve amaçları doğrultusunda “uzlaşma” veya “birlikte mücadele” yerine “ben dili”, “yüce liderlik” ile “tek adamlık felsefesinin” bir değer olarak kabul gördüğü CHP’nin de, kavramsal olarak ne kadar “çağdaş” ne kadar “demokratik” ve ne kadar “sol” olabileceği üzerinde hiç durulmayan bir noktadır.
Aslında bu kadar derin çelişkilerin çözümlenmediği gibi katlanarak çoğalmasının doğal sonucu olarak 14 ve 28 Mayıs 2024 Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili Genel Seçimleri sonuçları sonrasında parti örgütlerinin emekçi tabanında bir öfke, yılgınlık ve duygusal kopuşu da beraberinde getirmiştir.
**********************************************************
İşte tam bu noktada parti içerisinde siyasal çelişkileri ve sonuçlarını iyi analiz etmiş, çözümü konusunda da asgari müşterek de birleşen parti içindeki bir grup genç siyasinin “Değişim” ve “Yoldaşlık Hukukuyla” yola çıkması ile CHP ideolojik ve kavramsal olarak aslına rücu ettiği bir yola girmiştir.
Kendinden bu kadar uzaklaşan bir partinin, kendini bulma çalışmasının “Değişim” adıyla simgelenmesi de parti içindeki ciddi ama olumlu bir ironidir.
Kurultayda “olan değil olması gereken” üzerinde çalışan “Değişim Ekibi” parti içi çelişkilerin yanı sıra tabandaki öfke, yılgınlık ve duygusal kopuşu da iyi analiz etmiştir.
Bu analiz parti tarihinde bir ilki de gerçekleştirmiş ve partinin genel başkanı ilk defa bu kurultayda değiştirilebilmiştir.
Bu değişim aslında sadece partide değil, toplumda da yankı uyandırmış liderlerin demokratik yollarla da değişebileceğine olan inanç da artmıştır.
Parti Kasım 2023-Mart 2024 arası gibi çok kısa bir sürede, gerçek görevi unutulmuş parti içi demokrasi kanallarını iç hukukuna en yakın biçimde çalıştırmış, olabildiğine isabetli adaylar ve salt partilileri memnun eden değil halkın da sesinin dinlendiği ve halkın ihtiyaçlarını temel alan siyaseti kurgulayarak partiye olan inancı arttırmıştır.
Halkın bu inancı partiyi, 31 Mart 2024 Yerel Seçimlerinde ittifaksız olarak girdiği halde %38 gibi net ve inanılması zor bir sonuçla taçlandırmış daha önemlisi siyasete ve sesinin dinlendiğine ve hatta gerçekten demokratik bir Türkiye’yi CHP’nin inşa edebileceğine inandırmıştır.
Değişim zihniyeti, partiye net bir başarı kazandıran siyaset doğrultusunda hareket ederken, bir yandan da, partiye ve halka hiçbir getirisi olmayan ve belirli grupların mutluluğunu önceleyen “arkaik siyaset tarzını” hem parti içinde hem de halk nezdinde teşhir ve mahkûm etmeye çalışmaktadır.
**********************************************************
Normalleşme tartışma ve eleştirilerini incelediğinizde siyasiler, basın yayın organları ve yorumcular başta olmak üzere herkesin kelime kökü olarak “Normal”i aldığını ve bunu da “olağan” ve “doğal” kavramları çerçevesinde anlamlandırdığını görürsünüz.
Uzun süredir siyasi partilerin arkaik bir biçimde aynılaşması beraberinde düşünüş ve yorumlama biçimlerini de aynılaştırdığından, eskimiş siyasetin siyasetçilerin düşünüş tarzıyla ele alınması ironik bir biçimde “normal”-dir.
Peki, gerçekte Normalleşme nedir ?
“Öncelikle kavramın kelime kökü doğru yerden alınmalı bu da “Normal” değil “Norm” olmalıdır. Norm, bilindiği üzere “kural olarak benimsenmiş, yerleşmiş ilkeye ya da yasaya uygun durum” anlamına gelir. Hukukun fiili olarak saldırı altında olduğu bir ülkede “Norm-alleşme” aslında bir politika değil halkın en temel ihtiyacıdır.”
Mevcut iktidar, hukukun yani normların egemen olduğu sistemi, tek adamlık sistemine evirirken, ana muhalefet veya muhalefetin de bu duruma uyumlanarak kanıksaması örgütlenme, gösteri, yürüyüş, miting, grev vb. gibi anayasal ve yasal hakların “oyuna gelmeme adına” kullanılmaması aslında Tek Adamlığa seçimlerde aldığı galibiyetlerden daha önemli bir meşruiyet kazandırmıştır.
“Siyaseten de baktığınızda “Norm-alleşme” aslında başta Cumhurbaşkanı olmak üzere herkesin hukukun üstünlüğü bağlamında “Normlar Hiyerarşisine” uymak zorunda olduğunun hatırlatılması bakımından da zorunlu ve değerli bir toplumsal hatırlatmadır.”
Çünkü normların değil kişilerin belirleyici olduğu bir siyasetin ekonomik, psiko-sosyal sonuçları sadece muhalifleri değil; tek adamı oy vermiş kitleleri de olumsuz etkilemektedir.
Sadece bu sebeple bile Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine göre Cumhurbaşkanının halkın refah ve ihtiyaçlarını sağlamakla “görevli” olduğunu hem cumhurbaşkanının kendisine hem de topluma hatırlatması aslında sadece CHP Genel Başkanı Özgür ÖZEL’in değil tüm CHP’lilerin ve tüm demokratların ortak görevidir.
“Çünkü parti tarihine bu açıdan baktığınızda “Norm-malleşme’nin” yani hukuk devletinin ilk ve en büyük mimarı Anadolu ve Rumeli “Müdafaa-i Hukuk” Cemiyeti Umumi Reisi Mustafa Kemal’dir.”
Kurucusu, bulunduğu dönemin koşullarında “Kurtarıcı Tek Adam” olabilmesi mümkün iken apolet sökerek tabandan kongre ve meclis örgütlemiş bir partinin; tek adamlığı kanıksaması ve toplumu alternatifsiz bıraktığı geçmişinin aksine bu tarihsel ve felsefi geleneği hatırlaması ve tekrar hatırlatması kadar doğal ve norm-al bir şey olamaz.
Özet olarak CHP, tarihsel ve felsefi geleneği ile varoluş sebebine uygun bir siyaseti inşa etme yolunda, bir yandan içerisinde bulunan ve eski siyasal üstyapıdan beslenen bir anlayışla mücadele ederken bir yandan da sağcılaşmış siyasetle mücadele etmektedir.
En önemlisi bugün iç ve dış birçok cephede mücadele veren CHP, kuruluş kodlarındaki “iç ve dış cephelerde mücadele” yeteneğini ortaya çıkararak, değişimin sancıları ve normalleşme tartışmaları arasında kendisini bulma arayışındadır.
Ancak bu arayış sadece partinin lider ve üst kadrolarının değil, içinde liderin ve üst kadroların da bulunduğu anlayış birlikteliğine sahip üye örgüt ve alt yönetim kademeleri tarafından gerçekleştirilmelidir.

Yorum bırakın